Boş sandalyeler ve dolu yollar, neresi olduğu önemli değil. Her şehir aynı kargaşa ve aynı kararsızlığın gölgesinde kalıyor. Oyuna gelen kim belli değil ama anlamsızlık çukuru dolmaya devam ediyor. Çokluğun kör ettiği gözler ruhun olgunlaşmasına bile izin vermiyor. Keyifli bir anın sonrasında ise insan suretimiz neye takılacak o da belli değil. Böylece, uzak ve yakının tanımsız etkisi esaretinde kalıyor zihnimiz. Yakın olan da kendimizi bulmak yerine uzak olanda kaybolmak cezbediyor bizi. Ve uzak yakın olduğunda yakının değeri anlaşılıyor bir kez daha. Demek ki önce ne uzak ne yakın onu çözmemiz gerekiyor ki kavgamızın neye karşı olduğunu anlayalım.
Akla gelen her çare rota olup yön verir sanki harekete. Hareket çare olsaydı döngüler sonsuz olur muydu o halde. İnsan bir kabın içinde zamanla çürüyen bir yemeğe benzer kalbi ölmüşse. Çürüme kişinin bedeninde kalacaktır donatırsa kendini ilimle. Ve yağmurlar devam ederse gönlünde, zihni kurumaz karanlığın içinde. Beklemek çok zor bir zanaattır bunca var olma çabası gayesinde. Durabilmenin değerini keşfedenler bilir. Bu yüzdendir ki kalanlar kendini, gidenler yolunu bulur bu âlemde.

Puslu bir camın arkasından görünür bazen hayat. Düşünce sağanağı altında yürüyen hikâyelerden ibarettir insanlar ve çoğu zaman gerçeklerin perdelendiği bir hayatı izlerler kendileri için. İzledikleri hayat hiç farkında olmadan zamanın içinden geçerek gönle akar aynı zamanda. İşte bu insanın tüm hayatı boyunca dikkate alması gerektiği en önemli şeydir. Çünkü gönle akan her şey hem ruhumuza hem de kurgumuza yön verir. Duygularımızı, cesaretimizi, güvenimizi ve aydınlığımızı mühürler. Eğer akıştaki karanlıktan sıyrılabilirsek mühürler de kalkar kendiliğinden. Söylencelere takılmak uyutur insanı uyanıkken. Gerçek ise ayıltır, sarsarak uyandırır. Fakat unutmamak gerekir ki bu aynı zamanda aydınlıktır.
Meselelerden arınmak ve başka açılardan bakmak istiyoruz hayata fakat aynı zamanda hep aynı noktadan bakmamızı sağlayan bir sistem var karşımızda. Aklımızda büyüyen ve hiç geçmeyecekmiş gibi gelen durumlar bile çürüyüp gidecek sonuçta. Sonrasında belki hatırlamakta bile zorlanacağız. Ya da bazılarının izi kalacak gönlümüzde. Bazen de yıllarca bir mekândan geçiyoruz fakat bize neler anlattığını hiç görmeden yaşayabiliyoruz. Fark etme yetimizin elimizden gitmesi, düşüncelerimizin akışın içinde sabitlenmesinden kaynaklanıyor. Meselelerin büyümesi de buna bağlı aslında ve takıntı yaparak inatla yaptığımız her şey kendi kurgumuzun içine yerleştirdiğimiz bir tuzak oluyor. Zamanı geldiğinde ise kaotik olan yaşam döngüsü içinde o negatif bedeller ödeniyor. İnsan hangi halde olursa olsun yenik düştüğü duygular konusunda farkında olmadan cezayı kendine keser. Buda hayat kurgusunun inanılmaz derecede hassas ölçülere göre çalıştığını anlatır her defasında.

Dökülen yapraklar bu sonbahar ağaçtan mı yoksa insanlığımızdan mı belli değil. Yanlışlar neredeyse vücut bulup karşımıza dikilecek ama nefisler çikolata arası fıstık peşinde. Başına geldiğinde çok bağıran, gelmediğinde biraz daha keyif alayım diye susan bir türün eseri bu. Konuşmaktan aciz olup kapıları vuranlardan, kendi aklından senaryo yazıp yakıştıranlara kadar kimse farkına varmaz kendi karanlığının. Halkın içinden dökülür yapraklar ve onlar vatanı düşünmek zorunda kalırlar. Âlemlerin dönüşünü yanlış anlayanlar, ne tarafa döneceklerini de şaşırırlar.
Konuştuğunla değil suskunluğunla var ol. Çünkü sözlerin kaynağı sükûttan gelir. Sükût hali uzadıkça düşünceler sadeleşir. Düşünceler dinginliğe eriştiğinde zihin berrak bir nehir gibidir. Bu berrak nehirden beslenirse kalp, gönül ezildiği ağırlıklardan kurtulabilir. Duygular bile zamanla temizlenerek ruhu hafifletir.
Bununla birlikte, dilin altında saklanan koca bir dünya vardır ve çoğu zaman kendi karanlığındaki ego, hırs ve kibrin uzantılarından beslenir. Hayat insanı öyle zamanlarda öyle hallerde yakalar ki, dil insanın hükümdarı haline gelebilir. Bu bela sinsi bir hastalık gibidir. Çok sözle meseleler kendini daha büyük hale getirir. Sükûtun meyvesini alabilmek ise sabır mertebesine yerleştirilmiştir.
İnsanın beklediği anlaşılma hali sözcüklerin içine değil, sessizliğin içindeki davranışlarda gizlenmiştir. Geçip giden dünya hayatında yalan yanlış içi boş cümleler ile nefes tükenir. Bu yüzden ömür, anlamına değer katabildiğin anlarda aldığın nefesle ortaya çıkan eserdir.