Alem-i İnsan
Bir hikâyeyi anlamak onu kalbinde hissedecek kadar çaba sarf etmene bağlıdır. İnsanlar birbirlerinin hikâyelerini sadece izlerler. Hissetmek için bir gayretleri yoktur aslında. Buna rağmen yargı belirtmek için ise çok istekli davranacaklardır. Çünkü bu tamamen kendi tatminleri içindir.
Anlamlar insanda yer edindiği zaman hislere dönüşebilirler. Yer edinebilmesi ise kendi dünyasındaki bilgi ve deneyim zenginliğine bağlıdır. Fakat bu tek başına yeterli değildir. Bunlara manevi zenginlik ve ruhsal dengede eşlik etmesi gerekir. Aksi takdirde insan anlamları sadece yorumlara dönüştürebilir. Yorumlar ise bir hikâyeyi hiçbir şekilde etkilemez. Hayatlara dokunabilmek son derece naif olan ruhu harekete geçirebilmekle mümkün olabilir. Böylece anlamak ve hissetmek için gerekli hareket başlamış ve bu anlamaya çalıştığımızın hikâyenin bir parçası olmuşuzdur.

Ruh da sıtma hastalığı geçirir. Her mecradan yoğun bir şekilde gelen bilgi ve yorum insanın enerji dengesini alt üst ederek onu zehirler. Duygularının ateşi yükselir. Davranışları ve iletişimi sancılı bir hale gelir. İnsan kendi maneviyatını beslemeyi bedenini beslemekten çok daha az düşünür ve onun için daha az çaba sarf eder. Oysa baş etmekte zorlandığımız korku dünyasının önünde bizi zayıf düşürende yine bu durumdur. Böylece korku sinekleri savunma sistemi eksik kalan ruhu ele geçirmekte zorlanmaz. Hayatın kendini göstermeyen kaotik kimyası geçici telkinlerin örtücü etkisiyle değil kalıcı dönüşümlerin gerçekleştirdiği harekete geçirici etkisiyle şifa yaratabilir.
Kişinin çıkmış olduğu manevi yolculuklar onu yaşaması ve deneyimlemesi ile gerçekte var olabilir. Bunun için gerçek gelişimin yolu uzundur ve süreçlere bağlıdır. Bu süreçte edinilen bilginin demlenmesi söz konusudur. Hayatın pek çok saklı kalmış alanı vardır. Fakat bu noktalara basamakları geçmeden kısa yoldan ulaşmak mümkün değildir. Bu yüzden öğretilerin yolu anlaşılmaz, bilinmez ve zor görünür. Oysa bu yola çıkanın ilk adımında bilmesi gereken şey sabırdır. Yol hem sabır işi hem de sabrı öğreten iştir. Kimin neyi olduğunun önemi yoktur mesela herkes kendisine göre fakirdir. Çünkü nefsi zenginliğin gerçek anlamını bilmez. Önemli olanda bilmek değil yaşamayı öğrenebilmektir. Peşinden koşulan huzur ve dinginlik bu kapıları geçmekle ortaya çıkar…

İlk sebep önemlidir. Çünkü o sebep örüntüyü başlatır ve sonrasında tüm dizilimin çözümünü içeren noktayı barındırır. Aynı zamanda unutulur ve yaşanmışlıkların altında kalarak kendini pasif gösterir. Fakat derinlerde en aktif çalışan ve tüm ruhsal durumumuzun rengini belirlemeye devam edendir. İlişkilerimiz, konuşmalarımız, hırslarımız, korkularımız, kıskançlıklarımız, seçimlerimiz ve duygularımız ilk sebebin eseri gibidir. Hayat yolunun henüz başlarındayken hayatımızın her parçası için ayrı ayrı oluşan ilk sebepler daha sonrasında komplike bir yapı oluşturarak karışık bir görünüm kazanırlar lakin çözülmeleri mümkündür. Bunun mümkün olabilmesi için kişi önce kendinden kaçabilmeyi öğrenmesi ve kendisine uzak bir noktadan bakabilmesi gerekir. Böylece ilk sebepler kişinin kendisine doğru çıkacağı yolculuktaki farkındalıklarını oluşturacaktır. Bu aynı zamanda kişinin kendisi için bir arınma işlemidir.
Bazen her şey boş gelir insana gördükleri, yaşadıkları ya da istekleri anlamını yitirir. Hayatına baktığında birbirini kovalayan olayların ardından koşup durmuştur. Zamanın boşluksuz yapısından içeriye bakmaya çalışır fakat bu kolay değildir. Her şeye karşı bu boş hissedişin yeni ve daha anlamlı olana ulaşmak için gerekli bir basamak olduğunu fark edemeyebilir. Boşluk bazen elimizdeki tek anlamlı şeyde olabilir. Tabakta, kaşıkta, arabada ya da odanın kendisinde boşluk olmasa kullanıla bilinir mi hiç. Günümüz anlamlı anlamsız yüzlerce boşluğu doldurmak için geçerken kendi boşluğumuzun ne işe yaradığını da öğrenmek gerekir. Belki de başlangıcımızı bulacağımız yer boşlukların içidir…